Hoşgeldiniz
  ANtik Kent Rehberi
 

Tarsus Gözlükule Höyüğü
Şehrin güneydoğusunda bugün park olarak ağaçlandırılmış 300 m. uzunluğunda ve 22 m. yüksekliğinde bir höyük yer alıyor. Tarsus Gözlükule Höyüğü Neolitik Çağda (M.Ö. 5000) toprak tepe üzerinde kurulmuş ve en eski Anadolu kültürüne ışık tutan önemli bir yerleşim merkezi. İlk çağda Tarsus limanı olarak kullanılıyormuş. Burada 1934-1938 ve 1947 yıllarındaki arkeolojik kazılarda, Kalkolitik döneme ait, içerisinde ölülerin gömüldüğü küpler, testi ve çömlekler bulunmuş. Aynı mimari tarzda yapılmış üst üste ev tabanları da dikkat çekici. Bunlar Tunç dönemine ait tunç silahlar, mühürler, dörtgen planlı taş ve kerpiç evler bulunan ilk mimari kalıntılar. Bu çağda kentleşme ve sınıflaşma ortaya çıkmış, kent yangından sonra surlarla çevrilmiş. Hitit döneminde Kuziwatna Kralı Isput Ahşu ile Hitit Kralı Telepinus arasında yapılan anlaşmanın küçük bir bölümü, Gözlükule’de bu anlaşmayı yapan İsput Ahşu’nun çevresi çivi ile yazılı, ortası Hiyeroglif bir mührü, Hitit kralı III. Hattuşil’in karısı Hepa’ya ait mühür, bir arazi bağışı ile ilgili bir çivili yazılı Hitit tableti, bir din adamı tasvir eden kristal bir heykelcik ve Boğazköy surlarına benzer bir kale kalıntıları bulunuyor. Gözlükule’de çıkarılan eserler Adana Müzesi’nde sergileniyor.

Kleopatra Kapısı
Parkın güneyinde, Mersin yolu üzerinde ve Tarsus girişinde yer alıyor. Mısır’ın ünlü kraliçesi Kleopatra’nın (M.Ö. 60- 30) sevgilisi Romalı general Antonius (M.Ö. 83-30) ile Tarsus’ta buluşmak üzere geldiklerinde, o zamanın limanı olan Gözlükule’de altından geçtikleri kapı. “Kancık Kapı” (Deniz Kapısı) adı ile de tanınmakta. Tarsus’u kuşatan üç kapılı surların 1835 yılında Mısırlı İbrahim Paşa tarafından yıktırılmasıyla geriye kalan tek kapı olarak biliniyor. Tek kemeri ile iki yığma ayağı bulunmakta. Çeşitli büyüklükteki taşlarla yapılmış.


Kilikya Tarihi
Ünlü coğrafya yazarı Strabon (I. yüzyıl) bugünkü Mersin ve çevresini Kilikya olarak tanıtmakta ve bölgeyi coğrafi açıdan Ovalık ve Dağlık Kilikya olmak üzere ikiye ayırmaktadır. Her iki Kilikya’nın da başkenti Tarsus idi. Dağlık Kilikya’nın sınırları Manavgat Çayı’ndan Limonlu’ya (Lamus Deresi) kadar uzanan bölgeyi, Ovalık Kilikya ise Limonlu’dan Amanos Dağlarına kadar olan alanı kapsıyordu. Bu sınırlar kesin olmayıp, Roma imparatorları tarafından yeni düzenlemelerle yeniden belirleniyordu. Bu bölgeler, bugün Taşeli ve Çukurova adını taşıyor.

Bölgeyi bir taraftan deniz, diğer taraftan ise sadece birkaç noktadan geçit veren Toros Dağları çevirmekte. En önemli geçitlerden biri de “Kilikya Kapısı” diye adlandırılan ve Pozantı Yolu üzerinde bulunan dar bir geçit. Hitit mitolojisinde bu geçidi Hititlerin denize doğru ilerlemesini sağlamak için bir boğanın boynuzlarıyla açtığı anlatılır. Romalı Septimus Severus’un, Pescenio Nigro’yu 194 yılında Issos’ta yenmesinden sonra Kilikya Kapısı’na bir zafer takı inşa edilmiş. Zafer takısının üzerinde de bir quadriga (dört atlı araba) anıtı konmuş. Bundan dolayı Kilikya’da her beş yılda bir “Severa Olympia Epineikia” adı altında oyunlar düzenlenmeye başlanmış.

Bu bölgenin en eski yazılı tarihi, Luvi, Kizzuwatna, Hitit, Asur ve Babil krallıklarının tarihleri ile içiçe. Yerel krallık Kizzuwatna M.Ö. 17. yüzyılda Hitit işgaline uğramış, daha sonraları da sırasıyla, bölge Urartular, Asurlular, Babiller, Lidyalılar, Persler, Seleukoslar ve Romalılar tarafından işgal edilmiş. Bu arada da Aiol ve İyonlar bölgenin çeşitli noktalarında ticaret iskeleleri ile yerleşim birimleri kurmuşlar. Büyük imparatorluklarının yıkılmasıyla Kilikyalılar, Syennesis hanedanlığı adı altında bir krallık kurmuş. Perslerle beraber Yunan savaşlarına katılan bu askerlerin yünden yapılmış yöreye ait giysileri, başlarında miğferler, kollarında ham deriden yapılmış kalkanlar ve ellerinde ikişer mızrakla bellerinde bir kılıç bulunmaktaymış. O devre ait yazarlar Kilikya’nın uçsuz bucaksız bir yer olduğunu, bol suya sahip ve verimli topraklarının, ağaçlar, bağlar ve ekinlerle örtülü olduğundan bahsetmektedirler.

M.Ö. 333’de İssos’ta Perslerin yenilgiye uğratılmasıyla Kilikya, Büyük İskender’in egemenliğine girmiş. İskender’in ölümü ardından bölge, komutanlarından Seleukos Nicator’un eline geçmiş ve kurmuş olduğu Seleukoslar krallığının bir parçası halini almış. Yazılı kaynaklar Seleukos kralı III. Antiochos döneminde Kilikya, sanat ve kentleşmede yüksek bir seviyeye ulaştığını bildiriyor. MÖ 190 yılında Manisa yakınlarında Romalılara karşı yapılan savaşta yenilen III. Antiochos’un toprakları yavaş yavaş Romalıların eline geçmiş.

Romalıların yönetiminde, ünlü hatip Cicero, Prokonsül sıfatıyla Kilikya’ya vali olarak atanmış. Julius Caesar Tarsus’a gelmiş ve M.Ö. 58 yılında Kıbrıs adasını da Kilikya bölgesine bağlamış. Caesar’dan sonra, doğu bölgesinin yönetimini üstlenen Marcus Antonius, Tarsus’ta Mısır Kraliçesi Kleopatra ile buluşmuş. Kleopatra’nın gemisiyle Tarsus limanına girişi, daha sonra Antonius’la yaşadığı beraberliği, Antik Çağ tarihinin en çok ilgi çeken olaylarından biri.

Birinci yüzyılda doğan Hristiyanlık inancı, Kilikya’da hızlı bir şekilde yayılmış. Roma İmparatorluğu’nun 4. yüzyılda bölünmesinden sonra buraya hakim olan Bizanslılar devrinde manastırlar ve kiliseler inşa edilmiş. Havarilerden çadır dokumacısı olan Aziz Paulus’un Tarsuslu oluşu bölgenin önemini arttırmış.

Fakat ticaretin yeni başkent İstanbul’a kaymasından ötürü, sermayenin büyük bir bölümü ve tüccarlar oraya doğru yönelmişler, haliyle limanlar ve bu yöre yavaş yavaş eski canlılığını kaybetmeye başlamış. 7. yüzyıldan Osmanlılar’ın fethine kadar bu bölge, Araplar’ın, Abbasiler’in, Mısırlı Tulunoğulları’nın, Selçuklular’ın, Moğollar’ın, Haçlılar’ın, Ermeniler’in, Memluklar’ın, Ramzanoğulları ve Karamanoğulları’nın eline geçmiş. 16. yüzyıldan itibaren bölge Osmanlı topraklarına katılmış.

Mitolojide Kilikya
Tarih yazarı Herodot ve mitolojik kaynaklar, bölgenin Fenike Kralı Agenor’un oğullarından Kilix’in, boğa kılığına girmiş Zeus tarafından kaçırılan kızkardeşleri Europe’yi aramaya çıktığını ve bir süre sonra aramaktan vazgeçip buraya yerleştiğini bildiriyor. Mitolojik kaynaklara göre bölge bu nedenle Kilikya adıyla anılıyor.

Cilicium Dokuması
Kilikya’da, adını bölgeden alan ve bütün dünyaya ticareti yapılan Cilicium denilen keçi kılından kaba dokumalar da üretiliyormuş. Bugün hâlâ bölgede üretilen bu kaba dokumalar sıcağı, soğuğu ve suyu geçirmediğinden dolayı Türkmen ve Yörükler tarafından çadır olarak kullanılıyor.


Agora
Agora etimolojik olarak şehir meydanı, çarşı, pazar yeri demektir. Ticarî, adlî, dinî, siyasî fonksiyonları olan agora, sanatın yoğunlaştığı, felsefenin temellerinin atıldığı; stoaların, anıtların, sunakların, heykellerin bulunduğu yerdir. Tüccarların kalbidir. İzmir'in Namazgâh semtinde bulunan agora, Roma Döneminden (M.S. 2. yüzyıl) kalmadır ve Hippodamos şehir planına göre merkeze yakın yerde üç kat halinde inşa edilmiştir. İzmir agorası İon agoralarının en büyük ve en iyi korunmuş olanıdır.

1932-1941 yılları arasında Rudolf Naumann, Prof. F. Miltner ve İzmir Efes müzeleri müdürü Selahattin Kantar tarafından yapılan ilk dönem kazılarla büyük bir bölümü ortaya çıkarılan İzmir agorasının, dikdörtgen formda, ortada geniş (120 x 180 m) bir avlu etrafında sütun ve kemerler üzerine inşa edilmiş üç katlı ve önünde merdiveni olan bileşik bir yapı olduğu anlaşılmıştır.

Uzun yıllar aradan sonra Kültür Bakanlığı'nın izni, İzmir Valiliği ile Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü'nün işbirliğiyle agorada son dönem kazıları 5 Ağustos 1996 tarihinde başlatılmıştır.

Agora'nın güneydoğu yönünde, 1980'li yıllarda yanan Misak-ı Milli İlkokulu'nun ihata duvarı yıkılıp 2835 m²lik bu alanın agoraya katılmasıyla agoranın alanı 16590 m²ye çıkmıştır. İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin sponsorluğunda devam eden agora çalışmaları; agora meydanı, kuzey kapısı bazilika altı, batı yapısı (stoa), antik çarşı olmak üzere beş yerde kazı, restorasyon, arkeolojik temizlik ve çevre düzenlemesi şeklinde sürdürülmektedir.

Söz konusu çalışmalarda agoranın kuzey kapısının bulunması da en önemli bir adım olmuştur. Burada bulunan Tanrıça Vesta kabartmasının ilk dönem kazılarda çıkarılan Zeus sunağı kabartmalarının devamı olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca Tanrı Hermes, Dionysos, Eros, Herakles heykelinin yanı sıra pek çok erkek-kadın-hayvan heykeli, baş, kabartma, figürin vb. mermer, taş, kemik, cam, maden ve pişmiş topraktan eserler ele geçirilmiştir. Burada yeni bulunmuş yazıtlar M.S. 178 yılındaki İzmir depreminde kente yardım edenler hakkında bilgiler vermektedir

AYRINTILI  BILGI ICIN TIKLAYIN

 
  Bugün 3 ziyaretçikişi burdaydı!  
 
www.eklesene.net www.eklesene.net - sitene radyo ekle
www.bucaliyik.tr.gg

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol